7 Kasım 2007 Çarşamba

Açılış Konuşmaları



















Mahir Namur-
Avrupa Kültür Derneği Başkanı, Türkiye

Sayın Vali, Sayın Elçi, Değerli konuklar hoşgeldiniz.
Bu konferansa katılmak için şehir dışından ve başka ülkelerden İstanbul’a gelen tüm konuklara da hoşgeldiniz diyoruz.

Dün akşam burada olmanızı isterdim doğrusu, çünkü dün akşam buradaki manzara bu Forum’un oluşumundaki ruhu çok güzel yansıtıyordu. Doktorlar, sanat yönetmenleri, tarihçiler, film yapımcıları, tiyatrocular, mühendisler, dansçılar, oyuncular, öğrenciler, teknisyenler hep beraber bu üzerinde oturduğunuz iskemleleri yerleştirdik. Tarih Vakfı’nın bize sunduğu bu güzel mekana ancak dün gece saat 22:00’den sonra girebilmemiz mümkün oldu. Sekiz açık oturum, on bir sergi ve on bir performans gerçekleştirilecek on bir salonda bir yandan provalar, diğer yandan montajlar yalnızca bir gecede hazırlandı. İşte bu Forum düşünce aşamasından bugüne kadar, birçok kişi ve kuruluşun gönüllü çalışmaları ve katkılarıyla bu şekilde oluştu. Forum’un çok özel olduğunu düşündüğüm bu yanını özellikle vurgulamak istedim.

Bu Forum’un iki ay öncesinden başlayarak oluşumuna da bu nedenle cesaret edebildik. Bu tamamıyla sinerjinin gücü. Şubat ayından itibaren bir Kültür-Sanat Yönetimi Programı başlattık. Bu programda amaç, genç kültür-sanat yöneticileri arasında bir diyalog oluşturmak, iletişimi güçlendirmek, Türkiye kültür alanının fırsatlarını, sorunlarını tartışmak, tecrübeli olan jenerasyondan, daha genç jenerasyona bilgi akışını sağlamak, aynı şekilde uluslararası modelleri göstermek ve bütün bu konularda sentez yaparak kültür alanımızın gelişimine katkıda bulunmaktı. Bu proje organik bir şekilde gelişti. Burada 25 kişilik bir danışma kurulu oluşturarak onların fikirlerini aldık. Bu program başladıktan sonra da, kültür-sanat sektöründen genç kültür-sanat yöneticileri arasında gerçekten bir sinerji ortaya çıktı ve iki ay önce bu Forum’u hep birlikte düzenlemeye başladık. Bugüne kadar Forum’a 30 ülkeden 70 kişi başvurdu. Türkiye’den den 250 kişi kaydoldu. Bu tamamıyla basına yansıtılmadan, internetle yapılan bir iletişim ile gerçekleşti. Burada yeni teknolojilerin kültürel iletişim ve işbirliğindeki önemli rolünü özellikle vurgulamak istiyorum.

Bu Forum’un ve Kültür-Sanat Yönetimi programının oluşmasında olduğu gibi, Avrupa Kültür Derneği de organik olarak gelişen bir kurum. Avrupa Kültür Derneği bir meslek kuruluşu değil. Farklı meslek alanlarından üyeleri olan bir sivil toplum kuruluşu. Bizler bu derneği Türkiye ile Avrupa toplumları arasında kültürel ilişkileri geliştirmek için bir sivil toplum hareketi oluşturmak amacıyla kurduk. Tabii kuruluşumuz sırasındaki düşünce, bilgi ve tecrübe ile şimdi sahip olduğumuz düşünce, bilgi ve tecrübe arasında çok büyük farklar var. Çünkü yürüttüğümüz faaliyetler ve gerçekleştirdiğimiz projelerden edindiğimiz tecrübeleri, katıldığımız ve organize ettiğimiz konferanslardan, seminerlerden ortaya çıkan sonuçları, bilgileri Derneğimizin gelişimi için değerlendirmeye çalışıyoruz. Süreç içinde kültürlerarası öğrenmenin değerini bildiğimiz için belli bir fikri savunmak yerine bu Forum’da da gerçekleştirmeye çalıştığımız gibi farklı kesimlerden, farklı ülkelerden insanları bir araya getirerek fikir üretimi için bir platform oluşturmayı tercih ediyoruz. Dolayısıyla da Derneğimizin amacını ulusal, uluslararası düzeylerde kültürel iletişim ve işbirliğini geliştirmek olarak tanımlıyoruz.

Daha önce de belirttiğim gibi, bu Forum imece usulüyle gerçekleştirildi. Buradaki partnerlerimizin isimlerini tek tek saymayı ve kendilerine tek tek teşekkür etmeyi çok isterdim, ancak bu dağıttığımız ve asılı duran basılı malzemelerden göreceğiniz gibi çok zor. Bunlar logoları olan kurumsal partnerler, ancak bunun yanında bu Forum’a katkıda bulunan yüzlerce kişiye logoları olmadığından haksızlık yapmamak gerek. Bu organizasyonda yanımızda olan herkese Derneğim adına teşekkür ediyorum.

Hepinize geldiğiniz, burada bulunduğunuz için tekrar çok teşekkür ederiz. Şimdi sözü Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Kültür İlişkileri Genel Müdür Yardımcısı Sayın Doktor Şander Gürbüz’e bırakıyorum.

“Türkiye-Avrupa Kültürel İlişkilerinin Siyasi ve Toplumsal Boyutları”

Dr. Şander GÜRBÜZ-
Elçi, T.C. Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Kültür İlişkileri Genel Müdür Yardımcısı, Türkiye

Saygıdeğer Konuklar,
Konuşmama, “Türkiye-Avrupa Kültürel İlişkileri Uluslararası Forumu”nu düzenleyen Avrupa Kültür Derneği’ne ve bu etkinliğin gerçekleştirilmesine katkıda bulunan tüm kurum ve kuruluşlara teşekkürlerimi sunarak başlamak istiyorum. Bu Forum vesilesiyle bir araya gelmiş bulunan böyle saygın bir topluluğa hitap etmekten büyük mutluluk duymaktayım. Ülkemize gelen değerli misafirlerimize hoş geldiniz diyor, Türkiye’de geçirecekleri günlerin güzel intiba ve anılarla dolu olmasını diliyorum.

Bu önemli toplantının iki kıtayı buluşturan, çok kültürlülüğün beşiği İstanbul’da tertiplenmesi ayrı bir anlam taşıyor kuşkusuz. Temelleri M.Ö.VII. yüzyılda atılan, Avrupa ile Asya’yı birbirine bağlayan stratejik konumu nedeniyle, tarihi boyunca burada hüküm süren uygarlıklar için daima önem taşımış bir kent olan İstanbul, Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluklarına başkentlik yapmıştır. Bu görkemli geçmişi ile farklı dinleri, kültürleri, toplulukları ve bunların ürünü olan eser ve yapıtları bünyesinde barındıran şu anda üzerinde bulunduğumuz “Tarihi Yarımada”, UNESCO Dünya Miras Listesi’nde de yerini almıştır.

Konuşmamda, Türk dış politikasının genel öncelikleri ve Avrupa’ya yönelik hedeflerine kısaca değindikten sonra, geçmişten günümüze Türkiye-Avrupa ilişkileri çerçevesinde ülkemizin Avrupa’ya bakışını, Avrupa Birliği bağlamında Türkiye’den beklenebilecek katkıları kültürel, siyasi ve toplumsal açıdan değerlendirmeye çalışacağım.

Değerli Misafirler,
Çok kültürlü küresel toplum içinde yer alan Türkiye Cumhuriyeti, Batı ile Doğuyu, Kuzey ile Güneyi uzlaştıran ve tüm kıtalarda etkinlik gösteren çok boyutlu bir dış politika yürütmektedir.

Türk dış politikasının öncelikli amacı, gerek Türkiye’de gerek komşu ülkelerde ve ötesinde, barış ve refah içinde, istikrarlı, işbirliğine dayalı ve beşeri kalkınmayı sağlayacak bir bölgesel ve uluslararası ortamın yaratılmasıdır. Türkiye, bu hedefine ulaşmak amacıyla, çeşitli uluslararası örgütlere üyelik, Avrupa Birliği ile bütünleşme, bölgesel işbirliği süreçlerinde öncülük, iyi komşuluk ilişkilerinin ve ekonomik işbirliğinin teşviki, zor şartlar altında bulunanlara insani yardım, barışı koruma operasyonlarına katılım, uyuşmazlıkların çözümü ile çatışma sonrası uzlaşma ve yeniden yapılandırma gayretlerine katkı gibi son derece geniş bir yelpazede, barışçıl, ilkeli ve etkin bir dış politika izlemektedir.

Türkiye, Avrasya’nın merkezindeki coğrafi konumu ve geniş bir alana yayılan tarihi ve kültürel bağlarıyla medeniyetler arası diyaloga hizmet eden bir köprü işlevi görmektedir.

Türkiye’nin gelecekteki dış politika vizyonu bakımından belirleyici olan iki ana hedefi bulunmaktadır:
Birinci hedef, Avrupa Birliği ile bütünleşmektir. Tarihi, coğrafi, ekonomik ve kültürel olarak Türkiye bir Avrupa ülkesidir. Bu itibarla, Avrupa Birliği’ne tam üye olması gayet doğaldır. Tarih boyunca Avrupa’nın ayrılmaz bir parçası ve bölgede etkin bir aktör olan Türkiye, Avrupa idealine bağlıdır.

İkinci hedef, Türkiye’nin dış politikasında önemli yere sahip olan Balkanlar, Kafkaslar, Karadeniz, Ortadoğu, Akdeniz ve Orta Asya ile Avrupa’nın buluşma noktasında yer alan ülkemizin etrafında bir güvenlik, istikrar, refah, dostluk ve işbirliği ortamı oluşturulmasıdır.

Türkiye’nin, söz konusu farklı bölgelerle zengin tarihi ve kültürel ilişkileri bulunmaktadır. Ülkemiz, tarihi birikimini, kültürel bağlarını ve coğrafi konumunu barışçıl, ilkeli ve etkin bir diplomasi izlemek suretiyle, çevresinde ve dünyada barış, hoşgörü ve uzlaşı kültürünün hakim olabilmesi doğrultusunda en etkin şekilde kullanmayı amaçlamaktadır.

Bu çerçevede ülkemiz, bölgesel ve uluslararası platformlarda kültürel iletişim ve işbirliğinin geliştirilmesine büyük önem atfetmekte olup, Avrupa Konseyi, UNESCO, Avrupa Birliği gibi çeşitli uluslararası örgütler bünyesinde sürdürülen kültürel çalışmalara aktif olarak katılmaktadır. Diğer taraftan, Doğu ve Batı kültürleri arasındaki yoğun etkileşimi bünyesinde barındıran Türkiye, sanatsal ve kültürel çok yönlülüğünü yurtdışında anlatmaya ve tanıtmaya yönelik girişimlerini sürdürmektedir.

Bakanlığımız bu kapsamda, ülkemizin kültürel zenginliklerini, klasik müzikten yeni müzik türlerine, geleneksel sanattan çağdaş sanata uzanan renkli geçmişini ve bugünün dinamik ve çağdaş Türkiye'sinin kültürel özelliklerini Avrupa seyircisiyle buluşturmaya yönelik etkinliklerin düzenlenmesini teşvik etmekte, bu amaçla destek ve katkılarda bulunmakta, gerektiğinde öncü rol oynamaktadır. Çağdaş kültür ve sanatın desteklenmesi amacına yönelik çaba gösteren Sivil Toplum Kuruluşlarımızı da bu vesileyle kutlamak istiyorum.

Değerli Misafirler,
Bildiğiniz gibi, Türkiye - Avrupa ilişkileri, gücünü tarihten almaktadır. Yüzyıllar boyunca yaratılan kültürel etkileşim ve paylaşılan ortak değerler sayesinde kalıcı bir dostluk ve müttefiklik ilişkisi kurulmuştur. İşbirliğimiz, askeri/savunma alanlarından enerjiye, turizmden arkeolojiye, uluslararası terörizm ve örgütlü suçlarla mücadeleden kültüre, eğitimden çok taraflı platformlarda karşılıklı desteğe kadar son derece geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır.
Avrupa ile Türkiye arasında yüzyıllardır, sanat ve kültür alanında karşılıklı etkileşim yaşanmıştır. En yoğun etkileşim, özellikle XV. yüzyıldan itibaren gerçekleşmiştir. Avrupa, Türkiye’yi XV. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’na gelen çeşitli Batılı ressamların eserlerinden tanımaya başlamıştır. Bu değerli ustalar arasında Gentile Bellini, Jean Baptiste Van Mour, Jean Etienne Liotard, Antoine-Ignace Melling, Amedeo Court Preziosi, Ivan C. Ayvazowsky, Jean Léon Gérôme, Fausto Zonaro’yu saymak mümkün.

Avrupa’daki “Alla Turca” hareketi, XVIII. yüzyıl Avrupa’sının Mozart ve Bizet gibi ünlü bestekarlarını etkilemiştir. “Alla Turca” hareketi sadece müzikte değil, mimaride, dekorasyonda, seramik sanatında, tekstilde ve modada da yansımalarını bulmuştur.
Yaşadığımız yüzyılda, küreselleşme ile birlikte, uluslararası aktörler ve medeniyetler arasında kültürel etkileşim giderek daha büyük önem kazanmaktadır.

Kültürel çeşitliliği en iyi şekilde temsil etmekte olan Türkiye ve Avrupa, tarihi ve kültürel birikimleri, gelenekleri ve beşeri potansiyelleri ile bölgemizdeki ve ötesindeki gelişmelere olumlu katkıda bulunma yeteneğine sahiptirler.

Tarih boyunca medeniyetlerin beşiği olan bu kıtanın bugün uyumun sembolü olması için birlikte çaba gösterilmesi gerekmektedir. Türkiye’nin kültür mirası ve çağdaş dinamizmi ile bütünleşmiş bir Avrupa’nın, değerlerini ve misyonunu, daha iyi koruyarak dünyaya daha etkin biçimde yansıtabileceğine inanıyorum.

Saygıdeğer Konuklar,
1 Mayıs 2004 tarihinde Birliğin üye sayısını 15’ten 25’e çıkaran tarihi genişlemeyle, Avrupa, kıtasının suni bölünmüşlüğünün sona erişini kutlamıştır. Bu genişlemeyle birlikte Birlik ortak değerlerini ve inançlarını yeni üyeleriyle bütünleştirmeye yönelmiştir. Her yeni üye, Birliğin kültürel çeşitliliğine, değerler sistemine ve geleceğe bakışına katma değerini getirmekte, kendilerine özgü unsurlarla bu özellikleri zenginleştirmektedir.

6 Ekim 2004 tarihinde Avrupa Komisyonu, Türkiye’nin 1999 Helsinki Zirvesi’nden bu yana geçirdiği siyasi dönüşüm hakkında kapsamlı bir değerlendirme içeren İlerleme Raporu’nu yayınlamıştır.

Söz konusu İlerleme Raporuyla birlikte yayınlanan Tavsiye Belgesinde, üç ayaklı bir strateji sunulmuş, üçüncü ayakta “sivil toplumlararası siyasi ve kültürel diyalog”a yer verilmiştir. Bu ayak, Birlik üyesi ülkeler ile Türkiye arasında, halkları bir araya getirecek şekilde kapsamlı bir güçlendirilmiş siyasi ve kültürel diyalogu öngörmektedir. Bu diyalog sürecinde sivil toplum örgütlerinin önemli bir rol üstlenmesi ve bunun Birlik tarafından kolaylaştırılması gerekmektedir. Komisyonun, bu diyalogun ne şekilde destekleneceğine dair önerilerini önümüzdeki dönemde açıklaması beklenmektedir.

17 Aralık 2004’de Brüksel’de toplanan Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları, Komisyonun raporu ve tavsiyesi doğrultusunda, Türkiye’deki kapsamlı reform sürecinin kararlı gelişimini memnuniyetle kaydederek ve bu sürecin devamlılığına olan güvenini ifade ederek, Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirdiği sonucuna varmışlar ve katılım müzakerelerinin 3 Ekim 2005’te başlatılmasını kararlaştırmışlardır.

Böylece, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri yeni bir döneme girmiş bulunmaktadır. Bu yeni dönemin merkezinde, bu yıl içinde başlayacak olan katılım müzakereleri yer almaktadır. Müzakerelerin başarıyla sonuçlanması, Avrupa Birliği’nin Avrupa’yı bölen çizgiler yaratmadan birleştirilmesi yönündeki kararlılığını teyit edecektir. Avrupa projesinin gerçekleşmesi, tüm Avrupalıları paylaşılan değerler etrafında kenetleyecek, demokrasiyi ve kıtanın birliğini perçinleyecektir. Dolayısıyla Avrupa Birliği’nin temelini oluşturan ortak değerler yeniden vurgulanmış olacaktır.

Birlik olgunluk çağına erişirken, Avrupalılığı tek bir coğrafi bölgeye, tek bir inançlar sistemine, tek bir gelenek yapısına dayandırmak gerçekçi bir yaklaşım olmayacaktır. “Rönesans” ve “Aydınlanma Çağı”nın değerleri ve o dönemlerde edinilen ve halen yararlanılan tecrübeler, Avrupa’nın kültürel çeşitliliği ve kazandırabileceklerini memnunlukla karşılamasına temel oluşturmaktadır. Kaldı ki Avrupa Antlaşması, “çeşitlilik içinde birliğin” önemine atıfta bulunmakta, bu ilkeyi Avrupa’yı tanımlayan değerler arasına yerleştirmektedir.

Avrupa’nın, modern bir çokkültürlü sosyal yapıyı, büyük ulus devletler sistemine tercih eden anlayışı, Avrupa kıtasını öncü bir güç konumuna getirecektir. Yapay sınırların kırılması, Avrupa’yı global çapta siyasi hedeflerini gerçekleştirme hususunda da daha donanımlı kılacaktır.

Değerli Misafirler,
Türkler yüzyıllardır Batı'ya doğru bir yürüyüş içindedir. Bu yürüyüş modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün gerçekleştirdiği devrimlerle pekişmiştir. Çağdaş dünyanın kültürel değerlerini Osmanlı Mirası üzerine aşılamış bir ülke olan Türkiye, Avrupa için gerçek bir kültürel zenginliktir.

Avrupa’da yaşayan yaklaşık üç milyon Türk vatandaşının varlığı, Türkiye’nin kültürel açıdan Avrupa’ya yapabileceği katkıların diğer önemli bir veçhesini ortaya koymaktadır.

Türkiye, Avrupa demokratik değerler sisteminin ayrılmaz bir parçasıdır ve Avrupa Birliği içinde ve ötesinde medeniyetler uyumuna ve diyaloguna önemli katkıda bulunacaktır. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği gerçekleşmediği sürece, Avrupa bütünleşmesi projesi tamamlanmış sayılamaz.

Çeşitli coğrafyalarda barışçıl ilişkiler ağı kuran ve laik, çoğulcu demokrasisiyle reform konusunda istekli diğer bölge ülkeleri için bir ilham kaynağı teşkil eden Türkiye’nin üyeliği sayesinde Avrupa, uluslararası ilişkilerde ve bölgesel gelişmelerde stratejik anlamda daha güçlü bir sese sahip olacaktır.

Türkiye, temel haklar, hukuk devleti, demokrasi, siyasi, kültürel ve dinsel çeşitlilik, şeffaflık, hesap verebilirlik ve serbest pazar ekonomisi bakımından yeni bir çehreye bürünmüştür.

Türkiye’yi yakından takip edenler, siyasi ve sosyal gerilimlerin azaldığını, hoşgörü ve demokratik tartışma ortamının pekiştiğini, insan hakları değerlerinin günlük hayata, idari uygulamalara ve yargı kararlarına giderek daha çok nüfuz ettiğini, yolsuzluk ve örgütlü suçların üzerine gidildiğini takdirle izlemektedirler. Bu noktada, tartışmalarda, Türkiye’nin potansiyelinin, meziyetlerinin ve eksikliklerinin adil biçimde değerlendirilmesini, tartışmanın sağlıklı sonuç vermesi bakımından gerekli gördüğümü belirtmek isterim.

Son yıllarda, bazı üye ülkelerdeki tartışmalara rağmen, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne yapacağı stratejik, ekonomik ve kültürel katkılar konusunda Avrupa kamuoylarındaki bilinç düzeyinin artmakta olduğunu müşahede etmekteyiz. Gerçekten de, Türkiye’nin ekonomik ve beşeri potansiyelinin Avrupa için bir külfet değil, katma değer teşkil edeceği akil ve ileri görüşlü Avrupalı devlet adamlarınca, iş adamlarınca ve aydınlarca vurgulanmaktadır.

Bu çerçevede, Türkiye’nin Avrupa ile entegrasyonu konusunda ifade edilen her tereddüt ve itiraza, bizzat Avrupalı seçkin devlet adamı, politikacı, işadamı ve entelektüellerin güçlü argümanlarıyla derhal cevap verildiğini memnuniyetle görmekteyiz.

Nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan, Batılı ve demokratik değerleri benimsemiş ve özümsemiş bir ülke olarak, Avrupa Birliği’ne üyeliğimizin, medeniyetler arası çatışmanın gerçek bir tehdit olarak karşımızda durduğu mevcut dönemde, bölgesel ve uluslararası istikrara yapacağı katkı son derece sarihtir.

Türkiye, komşu bölgelerde sahip olduğu özel konum ve ilişkiler sayesinde, Avrupa Birliği’nin bu coğrafyadaki siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerinin derinleştirilmesine de önemli katkı sağlayabilecek konumdadır. Bu katkı, Avrupa Birliği’nin bu bölgelerde yer alan ülkeler için çok kültürlü ve kapsayıcı örnek bir yapılanma ve örgüt olarak kabullenilmesine yardımcı olacaktır.

Keyfiyetin Avrupa’nın uzun vadeli küresel kimliği, çıkarları ve geleceği ile yakından irtibatlı olduğunu unutmamak gerekir. Türkiye de, konuya, kısa vadeli, güncel unsurlara dayalı değerlendirmeler yerine, uzun vadeli bir perspektiften bakmaktadır. Türkiye’nin Avrupa ile bütünleşmesi süreci, iki taraf için de kazanç sağlayacağı düşüncesiyle başlatılmıştır. Bu ilişki, iki tarafın gerek kendi güçlerine gerek birbirlerine olan güvenlerinin bir sonucu olarak gelişmiş ve ilerlemiştir.

Katılım yolundaki Türkiye, bölgede Avrupa değerlerinin yayılmasını kolaylaştırabilecek konumdadır. Zira Türkiye, laik ve demokratik devlet yapısıyla, çatışmalar ve potansiyel anlaşmazlıkların yaşandığı bir bölgede istikrar unsuru olarak görülmektedir. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılması Avrupa kıtası ve civarındaki barışın temelini oluşturan değerlerin pekiştirilmesine katkıda bulunacaktır.

Türkiye’nin üyeliği Batı ve İslam dünyasını buluşturacaktır. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği Batı ile İslam dünyası arasında bir köprü kurulmasını sağlamak suretiyle, 11 Eylül olaylarından sonra medeniyetler ve dinler çatışması olarak sunulmaya çalışılan yıkıcı yaklaşımların önüne geçilmesini ve bunların geçersiz kılınmasını sağlayacaktır.

Kültürel farklılıkların bir ahenk oluşturması, İslam ile çağdaşlığın uyum içerisinde bir arada yaşatılabilmesi, Hristiyan-Müslüman çatışması tezine Batıdan gelen en güzel cevap olacaktır. Diğer bir deyişle, Hristiyanlar ve Müslümanların, aynı siyasi ve ekonomik birlik içerisinde bir arada yaşabileceklerinin kanıtlanmasıyla, islami köktendincilik ile Hristiyan fanatizminin savları ve felsefesi temelden yıkılacaktır.

Saygıdeğer Konuklar,
Avrupa’yı tek bir dini temele oturtmak kendi içine dönük bir Avrupa’nın mevcudiyetini öne sürenlerin savlarını kuvvetlendirmektedir. Avrupa’nın muhafazakar, kıtasal veya bölgesel emellerin üstünde yer alması ve uluslararası gelişmeleri yönlendirebilmesi gerekir.

Türkiye’nin Avrupa ile bütünleşmesi, Avrupa’daki yaklaşık 10 milyon nüfuslu Müslüman toplumunu İslamiyet’in çağdaş bir yorumunu yapmaya teşvik edecektir. Avrupa Birliği’nin bir “Hristiyan Kulübü” olduğu, evrensel kimliğini oluşturamadığı, Birlik içerisinde ırkçılığın arttığı gibi iddialara da gerekli yanıt kendiliğinden verilmiş olacaktır. Türkiye, İslamiyet ile modern dünyayı bağdaştırabilen konumuyla, İslam dünyasının Avrupa ve genelde Batı hakkındaki menfi görüşlerini etkileyebilecek yegane ülke konumundadır.

Türkiye’nin üyeliğiyle genişleyecek Avrupa Birliği, dünyanın diğer bölgeleri için de bir çeşitlilik içinde birlik modeli teşkil edecektir. Bu yeni vizyon, çeşitlilik ve farklılıkların, ortak değer ve çıkarlar temelinde bağdaşabileceğinin bir kanıtı olacaktır. Avrupa, değerlerini dünyanın diğer bölgelerine, kültürlerarası hoşgörü ve anlayışa katkıda bulunmak suretiyle, daha etkin şekilde yansıtabilecek, Avrupa Birliği’nin stratejik gücünü ve uluslararası aktör konumunu pekiştirecektir.

Avrupa, uygarlık tarihine seçkin bilimsel, kültürel ve siyasi katkılarda bulunmuştur. Avrupa bugün de dünyada en üstün insani değerleri ve barışın öncülüğünü yapmaktadır. Türkiye’nin kültür mirası ve çağdaş dinamizmi ile bütünleşmiş bir Avrupa’nın, değerlerini ve misyonunu dünyaya daha etkin biçimde yansıtabileceğine kuvvetle inanıyorum.
Teşekkür ederim.



Barbara HAY- İstanbul İngiltere Başkonsolosu, Türkiye

Günaydın. Ne yazık ki Türkçe’de bildiğim tek kelime bundan ibaret. Aslına bakarsanız bildiğim üç kelime daha var ama şimdi söylenmek için uygun değiller.

İlkin bu sabah bu harikulade ortamda sizlerle bulunmaktan ne kadar memnun olduğumu belirtmek istiyorum. Burada ortak katılımımızla, beni kişisel bir düzlemde de yakinen ilgilendiren “Avrupalı ve uluslararası kültür ilişkileri” gibi çok önemli bir konu üzerine yapılacak bir münazaraya davet edilmiş olmak büyük bir ayrıcalık. Diplomat olmam itibariyle, otuz yılı aşkın bir süredir bir bakıma kültürlerarası ilişkilerin sınır boyunda duruyorum. Şunu da söylemek isterim ki, bunun otuz yılı aşkın bir müddettir süregelmesi hiçbir surette bana kişisel bir haz vermiyor. İçten içe kendimi hâlâ yirmi iki yaşında hissediyorum. Günlük çalışmalarım tabii ki başka bakış açıları, başka kültürleri olan insanlarla görüşmek üzerine kurulu –nitekim Rusya, Güney Afrika, Orta Asya, Kuzey Amerika, Londra ve şimdi de Türkiye gibi yerlerde hizmette bulundum. Bu işin mahiyeti ilişki biçimlendirmek, insanlara tesir etmek, onlardan bilgi almak, onlarla beraber çalışmaktır.

Fakat farklı kültürlerle temasa geçişim daha da eskilere, İskoçya’da geçen çocukluğuma dayanıyor. Yani o zamanlar daha ziyade bir devlet tekkültürlülüğüne sahip bir yerde. Kesinkes söyleyebilirim ki, yirmibirinci yüzyılda Türkiye’de yetişen nesillerin 1950’lerin Edinburgh’unda büyümenin nasıl birşey olduğunu tasavvur etmeleri imkansız. II. Dünya Savaşı henüz sona ermişti. Yaşam koşulları halen oldukça çetindi ama her yaz Ağustos ayında Uluslararası Edinburgh Festivali şehre geldiğinde yaşanan muazzam heyecan zihnimde bugünmüş gibi canlı. Bu kayda değer kültür olayı neredeyse hemen savaşın bitimiyle teşekkül etmişti. Çok hasar görmüş Avrupa ülkelerini köprüler kurmak, dostlar edinmek ve karşılıklı etkileşimde bulunmak üzere bir araya getirmek için düşünülmüş bir araçtı. Ve şimdi bu akla sığmaz bir boyut kazanmış durumda. Halen dünyanın dört bir yanından ün salmış sanatçıları yazın üç haftalığına Edinburgh’da bir araya getirmekte. Bunun yanı sıra bin kadar sanatçı topluluğunu, öğrenci, genç ve kısmen profesyonel çalışmalar yapanları çevresinde topluyor. İlk rast geldikleri yerde, sokaklarda çalıyorlar, oynuyorlar. Şehirdeki canlılık tek kelimeyle inanılmaz. O zamanlar beş, altı ve sonra da yedi yaşında bir çocuk olarak bunun benim üstümde bıraktığı derin bir etki vardı. Bu oldukça büyük bir şeydi.

Edinburgh’daki bir şarküteriyle aramdaki bambaşka bir kültürel ilişkiydi. 1940’larda bir İtalyan aile tarafından işletilmeye başlamıştı. Küçük bir kız olarak, tavandan sarkan bu şarküteri ürünlerinin, sosis ve peynirlerden yükselen, aksi takdirde duymayı tahayyül dahi edemeyeceğim onca tat ve kokunun bende bıraktığı harikulade hissi hatırlıyorum. Farklı kültürlerle karşılaşmanın hayatımın geri kalanını, özellikle de meslek hayatımı nasıl belirlediğini görüyorsunuz.

Bu deneyimlerin çeşitliliği, her birini kişisel kazançlar haline getiriyor. Ancak, kültürel ilişkiler üzerine münazaranın bu kadar sürükleyici olmasının nedeni, aslında kişisel deneyimlerin ötesine erişmesi, en üst mertebelerde siyaseti etkiliyor olması ki, bunu da iki türlü yapabilir. İlk olarak ve açık şekilde, insanın sanat, bilim ve spor alanlarındaki somut hünerleriyle yapar bunu. Bunlar, ulusal ve uluslararası düzeylerde bıraktıkları ve bırakmakta oldukları tesir itibariyle elle tutup, parmakla gösterebileceğimiz kültürel unsurlardır. Zihniyetleri değiştirmeye, yeni anlama biçimleri yaratmaya, siyasete tesir etmeye, siyasi panoramayı değiştirmeye yardımcı olurlar. Başvurabileceğimiz çok sayıda örnek var: Voltaire’in, Jonathan Swift’in, Karl Marx’ın yapıtları, Einstein, Pasteur, Steven Hawking’in buluşları ya da Dünya Futbol Kupası’nın, Olimpiyat Oyunları’nın, hatta İstanbul’un geçen sene ev sahipliği yaptığı Eurovision şarkı yarışmasının cidden önemli etkileri gibi. Ve asıl sıradışı olan bunların gelişmelerinde şahit olduğumuz ivme, hız. Harry Potter olsun, Orhan Pamuk olsun, The Economist olsun, uluslararası okuduğumuz kitaplardan nasıl da etkileniyoruz; sonra izlediğimiz filmler, bizi çekim alanına alan televizyon... Merak ediyorum kaçınız benim gibi nerdeyse bütün bir geceyi Britanya genel seçimlerini canlı yayında seyretmekle geçiriyordur. Fakat ikinci tür, görmesi daha zor, yalnız yirmibirinci yüzyılda potansiyel açıdan çok daha önemli: bireyin rolü, dünya çapındaki ağ her birimizin parmağının ucunda. Farklı ülkelerden, farklı kültürlerden gelen milyonlarca insan her gün dünyanın her yerinden birbirleriyle temasa geçmekte. Fikirlerini paylaşıyorlar, alışveriş, satış, eşya ve fikir naklediyorlar, öğreniyor, tartışıyor, destek veriyor, eleştiriyorlar; bir bakıma bu yirmibirinci yüzyılın İpek Yolu’dur diyebiliriz. Ve, burada, Türkiye’de, benim ülkem gibi Avrupa’nın diğer ucundaki ülkeler hakkında fazla bir şey bilmeyen insanlar olsun, benim ülkemdeki dünyanın geri kalanını tanımayan insanlar olsun, biz bugün birkaç sene önce tahayyül edemeyeceğimiz derecede birbirimize inanılmaz şekilde bağlanmış durumdayız. Dünyanın her tarafından milyonlarca insan birbirleriyle fikir paylaşıyorlar, sadece nesnelerin değil, politikayı, en üst düzey politikacıları yakinen alakadar eden fikirlerin de serbest dolaşımını sağlamak istiyorlar. Sürücü ve sürülen bir bakıma artık neredeyse birbirinden ayırt edilemez durumda. Öyleyse bakın, kültürel ilişkilerimiz, nasıl yürütülürlerse yürütülsünler, ne kadar da önemli bir araç, çeşitliliği, anlayışı ve bahsettiğimiz fikirleri geliştirebilmek için ne kadar da önemli bir siyasi vasıta..

Bir önceki konuşmacı üçüncü rüknü teşkil eden Avrupa Konseyi’ne zaten değindi. Ve Türkiye’nin AB’ye giriş talebi dahilinde AB-Türkiye ilişkilerinin üçüncü rüknünü kuvvetlendirme taahhüdü olan Avrupa Konseyi kararını görmüş olmaktan dolayı gerçekten de çok mutluyum. Girişim AB üyeleriyle Türkiye arasında sivil bir diyaloğun güçlendirilmesi niyetini güdüyor. Hem de Türkiye ve diğer ülkelerin insanlarının bir araya gelmenin nimetlerini daha iyi anlamalarını sağlamaya yardımcı olacak. Bir bakıma, bu nimetleri zaten öğrenmek lazım, fakat üçüncü rüknün yaptığı, bir nevi bu nimetleri hepimiz adına yaratmak için bir vasıtayı kabul ettirmek. Şunu söylemem gerekir ki bana göre, bu sivil diyaloğun, bu kültürel ilişkinin hükümetlerin birebir desteğiyle mi, günümüzde zaten olduğu gibi internet üzerinden organik şekilde, iş bağları kurarak ve program takası yaparak mı oluştuğu daha az önemli bir konu. Tabii ki ikisinin de olması gerekiyor. Fakat AB’yle ilgili asıl ilginç şey, hiçbir fikir diktatörlüğüne mahal vermemesi. Hepimiz katkıda bulunacak bir şeyimiz olduğunu hissetmede özgürüz ve sizin gibi insanların bu tartışmada son derece önemli olduğu nokta da bu.

Tabii, bugün konuştuklarımız arasında beni özellikle ilgilendiren bir diğer husus da 1 Temmuz’da Birleşik Krallığın AB Konseyi başkanlığını devralacak olması. Bunun sadece birkaç hafta sonra olması beni korkutuyor, bunun için henüz hazır olmadığımı hissediyorum. Ve Konsey Başkanı olarak Türkiye ile daha yakın bir sivil toplum diyaloğunu beslemek ve kültürel ilişkilerimizi genişleterek derinleştirmek için bu yeni AB girişimini ilerletme çabasında olacağımızı umuyorum.

Öyleyse, Türkiye’yle AB arasındaki kültürel ilişkilerin genişletilip derinleştirilmesinin önemi nedir? Aslında düşünüyorum da buna verilebilecek cevapları zaten biliyorsunuz, bir önceki meslektaşım tarafından da bunlar oldukça zekice telaffuz edildi. Türkiye’yle daha sağlam kültürel ilişkiler kurmak demek, bir araya gelmenin yararlarını daha iyi anlamak demek. Bu da kültürel ilişkilerin politikayla nasıl da birebir bağlantılı olduğuna dair çok canlı bir örnek. Avrupa Komisyonu’nun gelecek aylarda sunacağı sivil diyaloğu geliştirme önerilerini dört gözle bekliyorum. Ve geldiğim ufak bucaktan, İskoçya’nın o İstanbul’a üç kez sığacak kadar küçük milletinden gelen bir birey olarak tekrarlamak istediğim bir şey var: bireysel bir düzlemde diyebilirim ki, Britanyalı bir Avrupalı olmak beni olduğumdan daha az İskoçyalı yapmaz, sıradışı kültürümüzün; dansımızın, müziğimizin, şiirimizin, dilimizin ve gaydalarımızın da değerini azaltmaz. Nitekim bunlar tam da Avrupa’ya ve ötesindeki dünyaya ulaşmamızda pasaportumuz olmuştur. Kültürel kimliğimizin zayıflamaktan ziyade kuvvetlendiğini söyleyebilirim. Bu yüzden insanlar daha yakın bir entegrasyonla karşı karşıya kaldıklarında yüzleşmek zorunda kalacaklarını düşündükleri risklerden bahsettikleri zaman çok üzülüyorum. Daha yakın bir entegrasyon, elimizdekileri kaybedeceğimiz değil, kendimizi daha iyi pazarlayabileceğimiz anlamına gelir. Ve ben bunu kötü bir şey gibi görmüyorum. Ben bunu daha ziyade Avrupa sürecine entegrasyonda daha sağlıklı bir katılım şekli olarak görüyorum. Ve kanımca bu desteklememiz ve hakkında belki de biraz daha düşünmemiz gereken bir husus. Bana bu konuda temelden karşı olacak buradaki insanları oldukça iyi anlayabiliyorum fakat öne sürdüğüm fikri, insanların kişisel bir deneyim yahut bakış açısından yola çıkarak hakkı neyse öyle değerlendirebilecekleri bir fikir olarak sunuyorum. Nitekim Britanya’daki kurumlardan size hiç de yabancı olmadığına emin olduğum British Council’in çalışmalarının çoğu, baskın biçimde kültürel, eğitsel, bilimsel bağlantıları geliştirmekle sorumlu. Size sunmak için beraberimde getirdiğim birkaç örnek var. British Council çok temel düzeyde okul bağlantıları üstüne çalışıyor; gerçek temasları teşvik ediyor ve İngiltere’yle Türkiye arasında yüz yüze okul ziyaret gezileri düzenliyor. Elbette burs programlarını da yönetiyorlar. Bunlar gençlerin gezmesi, öğrenmesi ve yeni deneyimler yaşamaları ve hissetmeleri açısından son derece önemli. Bilimsel yeniliği ilerletmek ve çevre gibi önemli sorunlarla ilgili toplum bilincini artırmak için Türkiye ve İngiltere’deki kurumlar arasında cesaret verici profesyonel bilimsel bağlantılar. British Council aktif yurttaşlık projelerinde, medya geliştirmede, spor programları ve sivil toplumla ilgili projelerde yer alır. Bütün bunları kendi Konsolosluğu’mda oturarak yapmam münkün değil. Fakat British Council insan ağını kullanarak, benim iş arkadaşlarımdan birer aracı, birer destekçi, birer yardımcı olarak faydalanarak büyük miktarda işler başarmakta. Yani bu sabah benim burada olmaktaki amacım bütün bunların önemi ile ilgili değil. Sizlere sadece alıp yanınızda götürebileceğiniz ve gün boyunca ve ertesi gün düşünebileceğiniz birkaç nirengi noktası, fikir, düşünce sunmak istedim. Bir diplomat olarak şöyle diyerek bitirmek isterim ki; kültürel ilişkilerin politikaya getirdiği değeri, katkıyı biliyor ve takdir ediyorum ve bu anlayışı daha iyi yineleyebilmemiz için daha sıkı işbirliğine, daha iyi ticarete ve daha güvenli ve adil bir dünyaya ihtiyacımız var. Bu benim kişisel meselem ve eğer ben bununla şahsen ilgilenmeseydim işimi yapamazdım. İşte bu yüzden bu sabah uluslararası bir topluluğa hitaben kültürel ilişkiler hakkında konuşmanın benim için bir zevk olduğunu belitmek isterim. Bu tartışmayı sürdürmeyi beklerken, sizleri tam olarak bilmediğiniz, hiçbirimizin tam olarak bilmediği şu düşünce ile başbaşa bırakmak istiyorum; bizim yaptımız işi, içinde çalıştığımız kültürel ortamı kaç kişinin etkilediğini ya da kendi yaydığımız etkileri bilmiyoruz. Her şeyden önce sanat buluşmalarının zenginliğini, yemeklerin lezzetini, seyahat etmenin mucizesini ve diğer insanların sahip olduğu ve onun paylaşabildiği düşüncelerin büyüklüğünü keşfeden şu beş, altı ya da yedi yaşlarındaki küçük kızı düşünün. Dikkatle dinlediğiniz için teşekkür ederim.


Mahir Namur- Sayın Barbara Hay’e görüşlerini bizimle paylaştığı için çok teşekkür ediyoruz. Biliyorsunuz bu Forum’un amaçlarından biri de kültür-sanat yöneticilerinin birbirleriyle tanışmaları. Bunun için uzun öğlen araları planladık ve bu aralarda Kafe’de vakit geçirebilirsiniz, bir yandan da buraya gelmişken özellikle yabancı konuklarımızın Türkiye’den Türk sanatçıların ve Avrupa’da yaşayan Türk sanatçıların eserlerini görmeleri için de bir sanatsal program hazırladık. Çok teşekkürler.

Hiç yorum yok: